"213 sayılı VUK’un 227. maddesinde (VUK’da aksine hüküm olmadıkça) VUK’a göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait kayıtların tevsikin mecburi olduğu hükme bağlanmış; aynı Kanun’un 229-242. maddelerinde de VUK’a göre düzenlenmesi ve alınması gereken vesikalara ait hükümlere yer verilmiştir. Aynı Kanun’un 234. maddesinde gider pusulasının tanımı yapılmıştır.

Bu tanımlamaya göre vergiden muaf esnafa yaptırılan işler veya onlardan satın alınan emtia için tanzim edilip işi yapana veya emtiayı satana imza ettirilen gider pusulası vergiden muaf esnaf tarafından verilmiş fatura hükmündedir. Vergiden muaf esnafın tanımı ise 193 sayılı GVK’nın 9. maddesinde yapılmıştır. Yasal tanımlama gereği olarak gider pusulasının kullanım alanı sınırlanmış bulunmaktadır. Çünkü yasal tanımlamaya göre gider pusulası sadece vergiden muaf esnafa yaptırılan işler veya onlardan satın alınan emtia için düzenlenebilen ve bu bağlamda da fatura yerine geçen bir belge olmaktadır. Ayrıca bu belge birinci ve ikinci sınıf tüccarların, zati eşyalarını satan kimselerden satın aldıkları altın, mücevher gibi kıymetli eşya için de tanzim edilmektedir.

Gider pusulasının kullanım alanı bu yasal tanımlamaya ilaveten Maliye Bakanlığı’nca yayımlanan genel tebliğler vasıtasıyla da genişletilmektedir. Ancak nihai tüketiciden satın alınan gayrimenkuller ve taşıtlar için gider pusulası düzenleneceği ne 234. maddede ne de genel tebliğlerde düzenlenmiştir. Zira nihai tüketiciler ne vergiden muaf esnaftır; nihai tüketicilerce satılan bu mallar ne de altın, mücevher gibi kıymetli eşyadır. Vergi İdaresinin gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerince nihai tüketicilerden satın alınan taşıtlar ve gayrimenkuller için de gider pusulası düzenlenmesi gerektiği yönündeki görüşü bu sebepten ötürü Danıştay’ca kabul edilmemektedir.

Vergi yargısı taşıt ve gayrimenkullerini satan nihai tüketicilerin ticaret ve serbest meslek erbabı veya vergiden muaf esnaf olmadığına ve ayrıca satışa konu olan bu malların altın ve mücevher niteliği taşımadığına vurgu yaparak vergi idaresinin bu genişletici yorumunu reddetmektedir. Buna göre nihai tüketicilerden satın alınarak envantere dâhil edilen taşıt ve gayrimenkullerin tevsikinde kanaatimizce noter satış senedi, tapu senedi ve banka dekontları kullanılabilir. Zira Türk Vergi Hukukunda “serbest delil sistemi” benimsenmiştir. Serbest delil sisteminde işlemlerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilmektedir.

Bu bağlamda kayıtların tevsikinde mükellefler öncelikle 213 sayılı VUK’un 229-242. maddeleri arasında sayılan belgeleri kullanmak zorundadır ancak bu maddeler kapsamına girmeyen işlemlerde ise vergi usul hukukunda ve vergi yargılaması hukukunda ispatlama vasıtası olarak kabul edilen diğer muteber belgeleri (noter satış senedi, tapu senedi ve banka dekontları gibi belgeleri) kullanabilmelidirler. Nihai tüketicilerden taşıt ve gayrimenkul (özel mameleke dahil taşıt ve gayrimenkul) satın alma işlemi de 213 sayılı VUK’un 229-242. maddeleri arasında sayılmadığından ve genel tebliğler vasıtayla bu konuda ilave bir düzenleme yapılmadığından bu tür satın alma işlemleri, serbest delil sistemi içerisinde muteber kabul edilen herhangi bir vesikayla tevsik edilebilecektir."
Zübeyir BAKMAZ ismli vergi müfettişinin konu ile ilgili olarak yaklaşım dergisinde yazmış olduğu görüşüdür.


Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu Lav Edildi.

Mali Müşavire sormuşlar, bir daha dünyaya gelirseniz hangi mesleği yapmak istersiniz diye, Mali Müşavir cevap vermiş “İmam Olmak İsterim” şaşırmış soruyu soran hemen yeni soruyu iletmiş neden?, Basit demiş Mali Müşavir 1400 senedir mevzuat aynı hiç değişmiyor.

Hatırlarsanız bir yıl bir gün önce "01 Kasım 2010 hiç unutulmayacak" diye bir yazı yazmıştık ve geniş kitleler tarafından paylaşılmış tartışılmıştı. 01 Kasım 2010’u değerli kılan iki tane konu vardı. Birincisi KOBİ TFRS’nin yayınlanması, ikincisi de TÜRMOB Bağımsız Denetim Tebliği’nin yayınlanması idi. TÜRMOB daha sonra yayınladığı tebliği geri çekerek 01 Kasım 2010’nun değerini yarı yarıya düşürdü.

Bağımsız Denetim alanında yeni bir düzenleme yapılmasını tam bir yıl bir gün bekledik. Tüm kesimlerin beklentilerinin, duyumların, dedikoduların vb. her türlü spekülasyonun dahi ortaya koyamadığı bir gerçek ile karşı karşıya kaldık dün sabah 02 Kasım 2011 tarihli 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararname.

Hükümet seçimden hemen önce aldığı yetki ile çok önemli bir düzenleme yapmış Vergi Denetim Birimlerini birleştirmişti. Yetkisinin bitmesine 1 gün kala yetkisini bir kez daha kullandı. Ve Türkiye’deki Bağımsız Denetim ve Muhasebe uygulamalarını baştan aşağıya düzenledi. Esasında yaptığı işlere göre sade bir düzenleme yaptı. On sayfada işi bitirdi. Gelin hepsi devrim niteliğindeki başlıkları sıralayalım.

1)      Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu’nun kuruluş maddesi olan 2499 sayılı kanunun ek 1. maddesini iptal etti. Daha açık ifade ile TMSK’nu kapattı. Kurul Başkan ve üyelerini bugün itibariyle görevden aldı. ve TMSK’nun tüm varlıklarına el koydu.

2)      Diğer tüm kanunlarda bulunan denetim standartları ve bağımsız denetimle ilgili yer alan tüm hükümlerin bu Kanun Hükmünde Kararname ile aykırılık teşkil eden maddelerini kaldırdı. Daha açık ifade ile Sermaye Piyasası Kurulu’nun lisans verme, sınav yapma, denetim kuruluşu yetkilendirme, denetim kuruluşu denetleme vb bağımsız denetim ile ilgili yetkilerini, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun denetim kuruluşu yetkilendirme, denetim kuruluşu denetleme vb bağımsız denetim ile ilgili yetkilerini, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu ve Hazine Müsteşarlığının Denetçi atama, sınav yapma, denetim kuruluşu yetkilendirme görevlerini kaldırdı. Hatta bu maddeye dayanarak 3568 sayılı SMMM ve YMM kanununda ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan bağımsız denetim yetkilerini de kaldırdı diye yorumlamak mümkün olabilir.

Daha doğru ifade ile dedi ki konu kapandı. Bu ülkede muhasebe ve bağımsız denetim alanında bir söz söylenecekse hiçbir kurum tek kelime edemez. Pekiyi kim edebilir, Kral kim?

Nasıl kısaltılır bilmiyorum ama şu anki haliyle uzun adı “KAMU GÖZETİMİ, MUHASEBE VE DENETİM STANDARTLARI KURUMU”, artık muhasebe ve denetim alanında tek yetkili bir kurum.

Belki bu düzenleme 2-3 ay önce yapılsa, hadi canım öyle bir şey olur mu? denirdi. Ancak ülkenin en köklü kurumları Hesap Uzmanları Kurulu ve Maliye Müfettişleri Kurulu bir gecede yok olunca bu yeni Kanun Hükmünde Kararname’ye kimse şaşırmadı.

Pekiyi, tüm kurumlar ve yetkiler alındı yeni düzenlemeler neler sayalım;

1)      Kurul 9 kişiden oluşuyor, 4’ü direk 3 ü dolaylı olarak 7 üye Bakanlıklar tarafından 2 üye de meslek kuruluşları tarafından öneriliyor, Bakanlar Kurulu tarafından atanıyor.
a.       Maliye Bakanlığı’nın 4 önerisinden 2 üye,
b.      Ticaret Bakanlığı’nın 4 önerisinden 2 üye,
c.       SPK’nun bağlı olduğu Bakanlığın 2 önerisinden 1 üye,
d.      BDDK’nun bağlı olduğu Bakanlığın 2 önerisinden 1 üye,
e.      Hazine Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu Bakanlığın 2 önerisinden 1 üye,
f.        TOBB ‘nin 2 önerisinden 1 üye,
g.       TÜRMOB’in 2 önerisinden 1 üye,
            
İlk üyeler en geç bir ay içinde yani 02 Aralık 2011’e kadar atanacak.

2)      KHK Bağımsız Denetçinin tanımını şu şekilde yapıyor “3568 sayılı kanuna göre ruhsat almış SMMM ve YMM’ler arasından Kurum tarafından yetkilendirilen kişi” bu maddeden çıkardığımız sonuç KGMDSK’nun bir yetkilendirme yapacağı bu yetkilendirmeyi neye göre (sınav, tecrübe vb) yapacağını öğrenebilmek için yönetmeliği bekleyeceğiz. Ancak Kurum 9f maddesi ile sınav yapmak yetkisini almış bulunmaktadır.
3)      KHK yenisini ben yayınlayana kadar mevcut standartlar uygulamaya devam eder diyor, buradan hareketle hem TFRS’lerin hemde KOBİ TFRS’lerin halen yürürlükte olduğunu söylemekte yarar var. TMSK tarihe karıştı ama standartları şu an için yoluna devam ediyor.

4)      Kurul KHK gereği 3 adet yönetmelik yayınlayacak, 1. yönetmelik Türkiye Muhasebe Standartları hakkında büyük ihtimal TMSK’ya benzer bir yapı kurulacak, 2. yönetmelik Bağımsız denetim şirketleri ve bağımsız denetçilerin seçilme ve kuruluş şartlarını belirleyen tabir yerindeyse bağımsız denetim mekanizmasını düzenleyen yönetmelik, 3.yönetmelik ise bağımsız denetim kuruluşlarına yapılacak gözetim ve kalite güvence kontrolleri ile ilgili olacak.

5)      Bir diğer yenilikte KHK bağımsız denetim şirketlerini iki sınıfa ayırıyor. Birinci sınıf Kamu yararını ilgilendiren kuruluşların (SPK, BDDK, EPDK, Hazine müstaşarlığı kapsamındaki şirketler) bağımsız denetimini yapan bağımsız denetim şirketleri, ikinci sınıf olarak diğer (TTK gereği denetim yapılacak KOBİ’ler) Bağımsız denetim şirketleri Kurul 1. sınıftaki şirketleri 3 yılda bir diğer şirketleri ise 6 yılda bir kalite güvence denetimine alacağını düzenlemiş durumda.

Kanun hükmünde kararname tam on sayfa ancak her satırında bir çok düzenleme var, gün geçtikçe bunlar tartışılacak, değerlendirilecek bu süre zarfında ikincil düzenlemeler de gelecek. Kararnameyi hazırlayanlar gerçekten içerik ve yapı olarak ayağı yere basan bir uygulama ortaya çıkarmışlar.

Ancak şunu da söylemek gerekir ki yoktan bir şey yaratmamışlar, dünya üzerinde bu işler nasıl oluyorsa ona göre bir yapı kurmuşlar. Uluslararası literatüre sadık kalmışlar. Umarız ikincil düzenlemeler, geçiş muafiyetleri vb konularda olması gerektiği gibi düzenlenir ve mesleğimizdeki taşlar biran önce yerine yerleşir.

Özkan Cengiz
SMMM-Bağımsız Denetçi

Su...

‎40 derece sıcakta hasret kaldığım buz gibi su gibi özledim seni...
Gelsen de,
Kana kana içsem yangınım sönse!!!

29 Temmuz 2011 - (h)

Uyku...

Doyamadığım uykum gibisin,
Bi beş dakika daha dersin ya hani!
Seninle bir ömür daha...
Bin ömrüm olsa doyamam ki...

28 Temmuz 2011 - (h)

Bir hikaye...


Bir minik yalnız çocuktum, dudağımı bükmüş dokunsalar ağlayacak şekilde otururken yanıma geldin. Şefkat dolu bakışlarla tatlı tatlı süzdün beni sonra dayanamayıp iyice yaklaşıp o narin ellerini kafama götürüp uzun saçlarıma dokundun.

Ne oldu sana neden böyle üzgün üzgün oturuyorsun bakalım diye sordun, beni incitmemeye çalışarak. Ben sesindeki tatlılıktan çok etkilendim. Sonra kafamı yukarı kaldırıp o tatlı ve ay gibi güzel yüzünü gördüm, kalbim heyecanla titredi biran. Sonra konuşamayacağımı hissettim ve konuşmaya çalışıp saçmalamaktansa senin o güzel yüzüne bakmayı tercih ettim. Uzun uzun baktım özlemini duyduğum, hayallerimi süsleyen güzeller güzeline. Sonra elini yanağıma götürdün hafifçe okşayıp çeneme kadar devam ettirdin. Konuşsana güzel çocuk dedin bana. Sonra nasıl olduysa gözüm biranda yüzümün yansımasını gördüğüm bir cama takıldı ve bedenimin farklı biri olduğunu gördüm. Hissettiğim çocukluk hissi gerçekti ve ben bir çocuktum. Aslında gerçeği söylemek gerekirse yaşadıklarımı benim olmayan yüzümü görünce hatırladım.

O kaza! Seni benden beni senden alan o vahim kaza. Sana geliyordum hızlı hızlı, sonra nasıl olduysa bilmiyorum ve birden bir şey uçtu üzerime büyük bir şey. En son hissettiğim seni düşünerek kalbimin titremesiydi, seni bekleteceğim için duyduğum üzüntü ve en son gördüğüm gökyüzünde beliren senin yüzündü. Derken sert bir şekilde düştü kafam beton zeminin üstüne. Elimdeki gül savruldu ileri doğru, kokusu hafifçe geldi burnuma sen geldin zannettim ama çeviremedim kafamı kokunun geldiği tarafa. Gömleğimin içine, göğsümün kalbime yakın tarafına koyduğum sarı saman zarfın içindeki, kalbimden geçenleri yazdığım mektup tam da kalbime batıyordu. O feci kazadan sonra hissettiğim tek acı buydu. Kafamdan kanlar akıyor, kollarım ve bacaklarım ve çarpmanın etkisiyle daha başka yerlerimde kırılmışken benim hissettiğim tek acı zarfın kalbime batışıydı. Çünkü kalbimden geçenlerdi onlar, gerçeklerdi; tıpkı benim orada kanlar içinde yatışım gibi.

Sonra bir ambulans sireni acı acı çalarak geldi, kalabalığı zorlanmadan geçtiler. Etraftakilerin konuşmalarını duyuyordum beni sedyeye koyarlarken; “yazık daha da gençmiş” diyordu ablanın biri, sonra amcanın bir tanesi “şu gül bu çocuktan düştü” diyordu. Genç bir çocuk yerdeki kanın bulaştığı kan kırmızısı gülü sağlık görevlisine uzattı ve elimin yanına koydular gülü. Sanki yanımdaydın beni hastaneye götürürlerken kokun geliyordu burnuma, koklamaya doyamadığım o güzel kokun. Sonra görevli abla gömleğimin önünü açtı, kana bulanmış sarı saman zarfı görünce şaşırdı, üstünde yazanı okudu. Ruhum!!! Kafasını iki yana salladı üzülerek; çünkü biliyordu hastaneye yetişmem bile zordu. Sonra birçok defa yürüyerek geçtiğimiz askeri hastanenin önündeki ışıklarda tamda hastaneye girecekken hiçbir şey hissedemez oldum. Hastaneye girdiğimde çok uğraşmışlar benim için ama olmamış döndürememişler beni sana. Sonra aynı anda hastanede olan küçük bir çocuk için gerekli olan kalbi benden almayı düşünmüşler.

Senin için atan kalbim 9 yaşındaki bir çocuğu hayata bağlayacakmış. Sonunda bağladı da işte. Bu dudağını bükerek üzgün üzgün oturan çocuk o çocuk. Hala çok güzelsin hala çok tatlısın ve benim kalbim küçük bir çocukta bile olsa hala senin için atmaya devam ediyor. SENİ ÇOK SEVİYORUM RUHUM…

Açıldık mı?

Dükkanı mühürlemişlerdi :)) şimdi açıldı mı bilmiyorum ama ben ara sıra sanırım kaçak da olsa girebiliyorum...

Her şeyimiz yasaklar üzerine kurulu. Bu ilk değil açılır ama son olacağını da sanmıyorum. Daha çok açılıp kapanır bu bloglar...

Korkuyorum


Yağmuru seviyorum diyorsun,
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı seviyorum diyorsun,
Rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
İşte, bunun için korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun...

Shakespeare


Sevgi Üç Türlüdür - Masumi Toyotome

Birincinin adı "Eğer" türü sevgi!.. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar..

Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen sevgi.. "Sevenin,istediği birşeyin sağlanması karşılığı olarak vaad edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar..

- "Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi, karşılığı bir şey kazanmaktır." Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde de, düşkırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor.

Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor. Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. "Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı" diyor yazar..

- "Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!.." İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.. "Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.. İlginç değilmi?..

İkinci türe geçiyoruz: "Çünkü" türü sevgi... Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, birşey olduğu, birşeye sahip olduğu ya da birşey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır".

Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..

- " Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş birşeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.

Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.

Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.

"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome.. "Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor.

Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.. Birincisi.. "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu.. Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri.. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.."İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terkederlerse" korkusu buradan doğar. İkincisi de.. "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.

Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terketmiş. Daha acısı.. Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını.. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş..

Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür" diyor..

Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.."Ve işte sevgilerin en gerçeği!.

* * * "Üçüncü tür sevgi benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür" *** diyor yazar.

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birşey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgide değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Birşey olduğu için" değil, "Birşey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?.. Rağmen sevgi..

Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.."Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara 'rağmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..

- " Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanızda,olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?.. Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. Şu soruma cevap verin" diyor.

- "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmezmiydiniz?.. Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor Toyotome..

- "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmezmiydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?."

- "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor:

- "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi.. "Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da birgün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."

Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor..

Anlatıyor.. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar.. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.. Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda.. "Dünyadaki en büyük kıtlık, 'rağmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."