Zaaf


Kedilerle ilgili bu durumu yeni öğrenmiştim:
Normalde sokak kedisi kendini saldırgan köpeklere karşı koruyabilirmiş. Bu direnci kıran tek şey neymiş biliyor musunuz: Sevgi...

İnsanoğlu, eğer bir sokak kedisinin başını okşar ve ona şefkat gösterirse kedicik kendisinin koruma altında olduğunu zanneder ve sivri tırnaklarını içeri çekermiş. Ve vahşi köpeklerin azgın dişlerini gırtlaklarında veya itlaf ekiplerinin zehirli etlerini midesinde bulurmuş.

Küçücük bir dokunuşta gardı düşen ve ölümcül yaralara açık hale gelen sarmanların kaderinde kendi aşk hayatımızın hülasasını buldum.

Biz de Eros'un şefkatine sığınıp, sevdalanınca en mahrem zaaflarımızı ele vermiyor muyuz?

Yıllar yılı ardına sığındığımız barikatların anahtarını gönüllü teslim edip, tırnaklarımızı içeri çekmiyor muyuz?

Sevginin bizi kollayacağına, sarıp sarmalayacağına dair ön kabulümüz yüzünden koruma duvarlarımızı gönüllü kaldırıp, yaralarımızı açık hale getirmiyor muyuz?

Sonra ne oluyor? Sevdamız en büyük zaafımıza dönüşüyor.

Saçımızı okşayan elin bizi ilelebet kollayacağına inanıyor, tatlı sözlere kanıyoruz. Taklalar atıp, cilveler yapıyoruz. Ve en ummadığımız anda, en korunaksız halimizle yakalanıyoruz aşkın hoyrat yüzüne.

Şefkatimiz katilimiz oluyor.

Ders almak mı? Ne münasebet!

Daha son ihanetin yarası kabuk bağlamadan, yeni yaralar için aralıyoruz kalbimizin kapılarını. Zavallı bir kedi yavrusundan farkımız yok aşkın karşısında.

Boynumuzda, kalbimizde pençe pençe darbe izleriyle, her sıcak dokunuşta çocukça uysallaşıp, her hayal kırıklığında "köpek gibi" pişman olarak, her terk edilişte acı çekip her dönüşte biraz daha kanayarak, kanayan yerlerimizi kediler gibi dilimizle yalayarak, "Bir daha aslalarla - Daimalar" arasında yalpalayarak yara bere içinde yaşıyoruz.

O yüzden "Melekler" içe kıvrık patilerle gömülüyor.Ve hayata "Şeytanlar" hükmediyor.

Belki de en iyisi kuyruğu her daim dik tutmaktır. Şefkate kanmış mefta bir ev kedisi olmaktansa, gardını almış bir sokak kedisi olarak hayatta kalmak daha iyidir.

_____Can Dündar_____

Bir Fotoğrafa

Karşımdasın işte.
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
...Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte...
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
Bitti artık hepsi.

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamak’tır.”
Şimdi bana, geçen o zamanın
unutulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim!

_Nazım Hikmet Ran_