Yeni Yıla Özel


Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil...

Sağlığı iyi olsun.

Kalbi ritmini çalsın. Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun. Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın. Ciğerlerinden nefes, bacaklarından güç eksik olmasın. Kanı damarlarında dönüp dolaşsın.

Sevdikleriyle bir arada olsun. Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın. Lafları birbiriyle baslasın.

Nesi varsa, bölüşecek biri olsun; nesi yoksa, bulup getirecek biri olsun. Bu birileri az ama öz olsun. Bazıları dünyada tek olsun. Sevgisinin tamamını harcasın. Harcasın ki, ona büyük bir miras kalsın. Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir isi olsun.

Basarinin gerçek adinin bu olduğunu unutmasın. ibadet eder gibi, bu keşfini her gün yeniden kutlar gibi, onu yapıp dursun. Yaptıkça daha iyi yaptığını görsün. Daha iyi yaptıkça bunu başkaları da görsün. O başkalarının bunu gördüğünü, dış gözüyle görsün, iç gözüyle işine baksın.

Neşesi bol olsun.

Kendini mutlu etsin, durduk yere neşelenmek nedir bilsin. içinde bir şey durup durup zıplasın. Duydukları, gördükleri onu gıdıklasın, kahkaha attırsın. Gürültü çıkarsın. Saçma şeyler söylesin.

Değiştirmek istedikleri değişsin.

İçte ve dışta, iyi günde ve kötü günde tadilat yapsın. Eskilerini atsın, ruhunu havalandırsın. Kapıda hep kamyonu dursun. Dilediği yere tasınsın. Kendinden taşınmak isterse, içindeki güç, dışındaki sevgi ona yardımcı olsun. Bileği, bütün alışkanlıklarıyla, bağımlılıklarıyla güreşsin.

Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun.

Onun yeri ayrı olsun. başucuna koysun ama yalan uydurmasın. O her şeyine, her haline tek tanık olsun. Bir hareketiyle güldüren, bir hareketiyle ağlatan olsun. Duyguların hepsi onda olsun. Kalbi buna teslim olsun. Bütün şarkılar onu anlatsın. Aşık olsun, sırılsıklam olsun. Kurumasın...

Bir şey ona sürpriz olsun.

Günlerinden bir günü, bir pakete sarili olsun. Açılınca, içinden hiç beklemediği güzel bir haber çıksın. Bu gün üçyüzaltmısbeş’ten herhangi biri olsun. Öylesine bir pazartesi, arkaya kavuşturduğu ellerinde, unutulmaz bir salı saklasın. Öyle tahmini mümkün olmayan bir şey olsun ki bu, hayatin zekasını anlatsın.

Bir hayali gerçek olsun.

Bir hayale gözünü yumsun. Pesinden koşup, onu sobelesin. Hayalini kendinden saklamasın. Bir çizgi filmde olduğunu, her şeyin mümkün olduğunu unutmasın.

Bu duayı okusun. Kendi sesiyle duysun. Duası gerçek olsun.

Her kelimesine şükretsin. Tek satırına nazar değmesin.

Dualarımızın kabul olduğu yeni bir seneye, seninle, hep birlikte.

Sevgilerimle...



1- Kimseye bağlı olmayan, siyaseti içinde barındırmayan ve her çeşit düşünceye saygılı, bununla birlikte meslek adına herkesle iletişim kurabilecek bir topluluk olmayı hedefliyoruz.

2- Oluşturulacak topluluğun ismi, topluluk üyelerinin önerileri ve ortaklaşa alınmış bir kararla belirlenecektir. Yukarıdaki isim sadece birkaçımızın düşüncesidir, topluluğu bağlamaz.

3- Haftanın belirli bir günü ve saati toplantı günü olarak belirlenecektir. Bu günü Çarşamba olarak belirlemiştik fakat bazı hıyarların işi çıktığından, yine alınacak ortaklaşa bir kararla yeni bir gün belirlenecektir. (Not: O hıyar benim)

4- Buluşma mekanı olarak sabit bir yer belirlenene kadar değişik mekanlarda buluşulacaktır. Bu mekanlar buluşma gününden önce katılımcılara ayrıca duyurulacaktır. İleride kendimize özel bir yer tutma fikri, önceki buluşmalarda beğeni ile karşılanmıştır.

5- Bu birlikteliğin startını Ankara’dan vermiş olsak da, diğer illerden de benzer çalışmalar beklemekteyiz. Bu çalışmaları yapabilecek irtibat halinde olduğumuz arkadaşlarımız mevcut. Bunun için diğer illerdeki arkadaşlarımızı çalışmalarımız ve toplantılarımız hakkında bilgilendireceğiz.

6- Gerek işi dolayısı ile toplantıya katılamayan, gerek gelmek istemeyen fakat merak eden, gerekse de şehir dışındaki arkadaşlarımız için toplantı içeriklerini paylaşmak için ilk etapta bir facebook sayfası, ilerleyen zamanlarda ise bir internet sitesi açılacaktır. Her toplantıda konuşulanlar internet aracılığı ile diğer arkadaşlarımıza duyurulacaktır.

7- Toplantıların amacı, dayanışma adına birlikte hareket edebileceğimizi önce kendimize sonra da diğer meslektaşlara gösterebilmektir. Açıkçası bizlere haftanın bir günü birkaç saat meslek adına hiçbir şey konuşmasak da “sadece görüşmek” bile yetecektir.

8- Toplantılarımızda, günlük yaşamsal sorunlarımızı, gün içinde yaşadığımız mesleki sorunlarımızı, daha önce karşılaşılmamış bir durumu, sıklıkla karşımıza gelebilecek soruları konuşup tartışacağız.

9- Topluluk üyeleri tarafından belirlenen konuları birlikte irdeleyerek, ben böyle yaptım oldu mantığından sıyrılıp olması gerektiği şekliyle yapmaya çalışacağız ve grup çalışmalarına önemle yer vereceğiz.

10- Hali hazırdaki mevzuatı ve mevzuatta meydana gelen değişiklikleri birlikte irdeleyip, gerekirse akademisyen ve konumuzla alakalı diğer meslek erbaplarıyla (Avukatlar gibi) konular hakkında bilgi alışverişinde bulunacağız.

11- Mesleğimiz ile alakalı olan diğer işlerde nasıl çalışabiliriz bunun üzerinde de özellikle duracağız. Özellikle denetim mevzusu bunun ilk ayağı olacak.

12- Topluluk üyelerinin (paylaşması durumunda) gerek özel sorunları gerekse mesleki anlamdaki sorunlarının çözüme kavuşturulması için fikir alışverişlerinde bulunacağız. Örneğin yeni bir işyeri açan meslektaşa nasıl yardım edebiliriz veya iş arayan bir meslektaşımıza nasıl bir yer bulabiliriz gibi.

13- Mesleki sorunların düzelebilmesi için sadece sorunları konuşmakla yetinmeyip çözüm üretmeye çalışacağız. Bunun için odamıza önerilerimizi sunup, gerektiğinde odamız ile koordineli olarak çalışacağız. Tabi odamız da bunu isterse.

14- Stajyer arkadaşlarımıza özel önem vereceğiz. İleride toplantı için tutulacak mekanda stajyer ve adaylarına girecekleri sınavlarda yardımcı olmak adına gönüllü arkadaşlarımız tarafından sınava yönelik yardımlarda bulunulacak. Sınavlara yönelik materyaller sağlanacak, tecrübeli arkadaşlar sınavlarla ilgili tecrübelerini paylaşacaklar. Tutulan mekanın bir odası gerekirse derslik olarak ayarlanacak ve sınava yönelik çalışmalar bu derslikte yapılacak. Kurs ücretlerinin başını alıp gittiği ve bu arkadaşlarımızı zorladığı şu günlerde ceplerinden para çıkmamasını sağlamaya çalışacağız.

15- Bir veya birkaç kişi sınavlardan önce yapılan bilgilendirme toplantılarını ve varsa kursa giden arkadaşlardan alabileceği bilgileri takip edecek ve bunları herkesle paylaşacağız.

16- Topluluk üyeleri olarak sosyal, kültürel etkinliklerde bulunacağız. Geziler düzenleyeceğiz, tiyatro ve sinema etkinliklerine katılacağız, basketbol maçına gideceğiz, futbol maçı yapacağız. Hatta kendi aramızda altın günü yapıp kısır bile yiyeceğiz.

17- Samimi olacağız, kendimize inanacağız, zorluklar karşısında yılmayacağız, sayımız 5 kişi bile olsa devam edeceğiz. Motivasyonumuzu asla ama asla kaybetmeyeceğiz. Bir şeylerin değişebileceğini ve dayanışma içinde olabileceğimizi herkese göstereceğiz. BAŞARACAĞIZ…


Not: Bu benim buluşmamızda (yani 30/12/09 Çarşamba günü) söyleyeceklerimin yazılı halidir. O zamana kadar burada yazılanlara benim tarafımdan ilaveler olabilir. Diğer arkadaşlarımızın da fikir ve önerileri ile bu metin daha oturaklı bir hale getirilecektir. Metnin tüm üyelerce kararlaştırılmış tam hali, oluşturulacak facebook sayfasında herkese duyurulacaktır.

Bunu buradan yazmamın diğer bir sebebi de, oldu ya çarşamba günü ilk defa bir arkadaşımız geldi, konu hakkında fikir sahibi olması içindir. Belki birkaçı da düşüncelerimizi okuyacak, hoşuna gidecek ve çarşamba günü o da aramızda olacaktır.



İkinci el araçlarda satış ve devir işlemlerinin noterler tarafından yapılmasına ilişkin kanun teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Kanuna göre, noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersiz olacak.

Düzenleme, 1 Mayıs 2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek. Satış ve devir işlemleri, her türlü harçtan, damga vergisi ve değerli kağıt bedelinden istisna tutulacak. Bu istisnalar 1 Ocak 2010'dan itibaren geçerli olacak. Noterler, satış ve devre ilişkin her türlü işlem karşılığında 20 TL maktu ücret alacak.

Kanuna göre, tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılacak. Noterler, araçla ilgili sorgulamayı online olarak yapacak.

Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersiz olacak. Satış ve devir işleminin, siciline işlenmek üzere üç iş günü içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu ile vergi dairesine bildirilmesiyle birlikte alıcı adına trafik tescil işlemi gerçekleşmiş sayılacak. Yapılan satış ve devir işlemi üzerine noterler, yeni malik adına bir ay süreyle geçici belge düzenleyecek. Satış ve devir işlemlerinin bildiriminden itibaren bir aylık süre içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu veya Emniyet Genel Müdürlüğünün uygun gördüğü kamu kurum veya kuruluşları tarafından yeni malik adına tescil belgesi düzenlenerek elden veya posta aracılığıyla teslim edilecek.

Satış ve devir işlemleri her türlü harçtan, bu işlemlere ilişkin düzenlenen kağıtlar damga vergisi ve değerli kağıt bedellerinden istisna olacak. Trafik tescil kuruluşunda yeni malik adına yapılacak tescil nedeniyle düzenlenmesi gereken değerli kağıtların bedelleri de satış ve devir esnasında noterler tarafından tahsil edilecek.

Noterler, satış ve devre ilişkin her türlü işlem karşılığında toplam 20 TL maktu ücret alacak. Bir ay içerisinde tescil belgesi almayan alıcılara 130 TL, hükümlere uymayan noterlere ise her bir işlem için 1000 TL idari para cezası verilecek.

Düzenleme, uyum ile ilgili çalışmaların tamamlanması amacıyla 1 Mayıs 2010 tarihinde yürürlüğe girecek. Ancak, satış ve devir işlemlerinde harç, damga vergisi ve değerli kağıt bedelleri istisnası ile 20 TL artı KDV şeklindeki noter ücreti uygulaması, 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren geçerli olacak. Noterler, elektronik ağın kurulacağı 1 Mayıs’a kadar, 20 liralık posta ücreti ile birlikte 40 lira dolayında fatura kesecekler.

1 Mayıs’tan sonra ise noterler her türlü aracın satış işleminden sadece 20 lira ücret alacak. 300 bin liralık otobüs de bir mobilet de aynı masrafla satılacak. Ortalama 300 lira olan araç alım-satım maliyeti KDV ile birlikte 23 lira 60 kuruş olacak.

Aradaki fark büyük, sizce arada alınmayan yaklaşık 280 lirayı devletimiz nereden telafi edecek dersiniz


Bugün sensizliğin sesini fısıldadı rüzgar,

Usulca dokundu yüreğime sustu!!

Seni görmeyi rüyalara bıraktım,

Uykuya daldım.

En güzel yerinde buluşuruz diye...

h.v.ç. - ??.11.2009



Rahmetli Zeki MÜREN ne güzel söylemiş "rüyalarda buluşuruz" diye. Şarkıyı dinlemek isteyen aşağıdaki linke tıklasın. Bana diyorlar ki, neden içiyosun?

Tamam bende istemiyorum ama;

Bende bu ruh hali,
Aklımdan silemediğim düşünceler,
Zeki MÜREN'de bu ses,
Bi de böyle güzel şarkılar varken;

Nasıl içmeyeyim?

Şarkı için tıklayınız.
http://www.dailymotion.com/video/x9nqxz_zeki-muren-ruyalarda-buluyuruz_creation

Romance


İlişkiler "roman" dı önceleri.

Sonra "hikaye" oldu.

Sonra "kısa öykü"

Artık "özet"

Özetin özeti hatta.

Birer kelimelik üç bölüm... Tanışma, sevişme, ayrılma.

Pakize SUDA / 24.12.2009

Benimkiler ise fragman tadında, yani sadece fikir edinebiliyosun. Merak ediyosun ama merak ettiğinle kalıyosun.

Oysa ben hep "roman" tadında bir aşk yaşamak istemiştim.

Dileyemedim Seni



Sensizlik bilir misin ne acı
Yokluğun hep içimi acıtır
Gittin ya, fırtınalar kopuyor içimde
Bir daha sevmekle hata mı yaptım

Güzelliğinin tarifi yoktu
Ben seni Ay'a benzettim,
Her halini sevdim senin.

Yıldızlar kıskandı sevmemi seni
Dilek tutmayım diye kaymadılar hiç
Dileyemedim seni, isteyemedim.

h.v.ç.
19/12/2009 - 01:35



Forumlarda bir defter tasdik ücreti tartışmasıdır gidiyor. Bu tartışmaları okurken arkadaşlarımızın farklı illerden aktardıkları defter tasdik tarifelerini gördüm ve farklı illerden gelen bu bilgilendirmeler bana radyoda futbol maçı dinliyormuşum hissini verdi. Aslında sorunlar büyük ama ben bu sorunlara değinmek istemiyorum çünkü zaten bu sorunlar herkesçe biliniyor. Bunu tuzum kuru olduğu için falan söylemiyorum yanlış anlaşılmasın. Tamam defter tasdikinden paranın A.Q ama olsun ben yine de başka bir pencereden bakacağım olaya. :)))

Defter tasdik ücreti hakkındaki bilgilendirmeler bana radyodan maç dinliyorum hissini verdi dedim ya hani, aslında bizim defter tasdik ücretleri konusu da bana göre futbol maçından farksız. Agresif olan, inanan ve inatla mücadele edenler bir şekilde bu defter tasdik ücretlerini alıyorlar. Bunlar genelde üç büyükler diye tabir edilen gruba giriyorlar. Yani bu işin eskileri, bir başka ifadeyle kaşarları, en doğru ifadeyle ise üstatlarımız. Bunlar ellerindeki maddi gücün ve geniş müşteri portföyünün de etkisiyle kendisine sorun yaratan ve istediği defter tasdik ücretini vermeyen mükellefini kadro dışı bırakma inisiyatifine sahipler. Haliyle bu inisiyatif üç büyüklere istedikleri defter tasdik ücretini alma serbestisini de beraberinde getiriyor.

Oysa bir de Anadolu takımları var. Kontradan gol bulma çabası içinde olanlar, bir duran top olsa da gol pozisyonu bulsak diye bekleyenler. Bunlar maalesef üç büyükler kadar şanslı değiller. Çünkü ne maddi durumları ne de müşteri portföyleri üç büyükler kadar güçlü değil. Haliyle kendisine sorun yaratan ve istediği defter tasdik ücretini vermeyen mükelleflerini üç büyükler gibi kadro dışı bırakamıyorlar. Üç büyüklerin aksine, odaların belirlediği fiyatları uygulamak yerine mükellefleriyle orta yolu bulunmuş sözde makul ücretlere anlaşıyorlar. Belki de hoş olmayan diyaloglar da yaşanıyor aralarında bu sıkı pazarlıklar içerisinde ama maalesef köprü, ayı ve dayı misalinde olduğu gibi ya sabır diyerek içine atıyor çoğu zaman Anadolu takımları denilen grup bu tartışmada yaşanan tatsız durumları.

Peki böyle olunca ne oluyor. Deniyor ki üç büyükler tarafından, olmaz kardeşim Anadolu takımları hep defans ağırlıklı oynuyor, futbolu çirkinleştiriyorlar. Yani bizim anlayacağımız şekliyle söylersek, bu Anadolu takımları fiyatları düşürüyorlar, haksız rekabet yapıyorlar ve kendi değerlerini düşürüyorlar gibi kimine göre haklı, kimine göre haksız kısır tartışmaların olmasına sebep veriyorlar. Ama bilmiyorlar ki sorun esasında adaletsiz gelir dağılımından kaynaklanıyor. Aslında bal gibi biliyorlar da kendi durumlarının tartışmaya açılmasından korkuyorlar belki de.

Yani bana göre tıpkı futbol da olduğu gibi üzerinde bir türlü mutabakata varılamamış defter tasdik ücretlerindeki tartışmanın ana sebebi de adaletsiz gelir dağılımından kaynaklanmakta. Anadolu takımlarının attığı buz gibi goller ofsayt diye kesilip, 3 büyükler kollanmaya devam ettikçe ve durumun düzeltilmesi için çalışmalar yapmak adına girişimlerde bulunulmazsa bu tartışmalar asla bitmez. Sonuç olarak bir grup insan, defter tasdikinin kaldırılmasını bile isteyecek aşamaya gelmişse ve başka bir grup insan da böyle bir isteğin ne kadar saçma bir istek olduğunu söylüyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir.

Son olarak biraz karamsarca ve biraz da klasik olacak biliyorum ama diyeceğim şudur;

Ne Türk futbolu düzelir, ne de bizim çözüm bulmayı bekleyen sorunlarımız…

Haberin Olmaz...



Ben bekleyebilirim
Hayatın baharına tutunup
Kışı geçiririm
Ağlamalarım bitene, yalnızlığım gidene kadar
Uyanırım sabahları, umudumun suyunu veririm
Bir şarkı söylerim sana
Sözlerini bilmediğim
Seni severim o bilmediğim şarkı gibi
Öpüşmeyi özlerim senle
Hiç öpüşmedik ki diyeceksin soranlara
Olsun, sen beni sevdin mi ki hiç
Ama ben seni özleyebiliyorum
Bu da benim yeteneğim
Olmasanda severim seni
Hatta ayrılırım senden, haberin olmaz...

Ceyhun Yılmaz



Başlığın anlamı unutamamak hastalığının literatürdeki karşılığı, götümden uydurmadım yani. Hatta inanmayanlar için kısa bir açıklamasını da yapayım kelimelerin anlamları hakkında. Şimdi timesis yunanca hatırlamak anlamına geliyor. Hiper ise normalin epey üzerinde anlamında kullanılıyor. Yani normalin üzerinde hatırlama sendromu, bir başka ifade ile unutamama sendromu.

Nerden buldu seni bu rahatsızlık derseniz, bilmiyorum. Zaten bu hastalığın ortaya çıkışına manyak bir kadın sebep olmuş. Kadın yaşadığı her şeyi hatırlıyormuş. Ne yediğini, kaçta kalktığını, nereye gittiğini, kaç kere tuvalete girdiğini, ne boklar yediğini, her şeyi işte…

Şöyle bir düşündüm bende yaşadıklarımı, tarihleri, insanları, isimleri, sevdiklerimi, sevmediklerimi ve bunun gibi birkaç şeyi de çok zor unutuyorum. Tabi bu hastalık seviyesinde değil bana göre.

Yaşadıklarım;

Birebir hatırlayamasam da, yaşadıklarımı unutamıyorum bir türlü. O an duyduğum mutluluğu, hüznü, sevinci, kızgınlığı, hayal kırıklığını, ümitlenmeyi, nefret etmeyi, üşümeyi, ısınmayı, çiğ köftenin içindeki nane tadını, çiçekçinin önünden geçerken diğerlerinden ayırabildiğim gül kokusunu, herkesten farklı gelen içime huzur veren onun kokusunu bir türlü unutamıyorum.

Tarihler;

Kendi doğum günümü şüpheli de olsa unutmuyorum haliyle. Sonra arkadaşlarımın doğum günlerini de yaşadığım gün çok hareketli değilse eğer unutmuyorum. Faturalarımın son günlerini de unutmuyorum. Birine borcum varsa ödeyeceğim günü de öyle. Birinden alacağım varsa unutuyorum ama. Sonra bazı tarihler var hayatımda birileriyle tanıştığım, birilerinden ayrıldığım, bir şeylere başladığım, bir şeyleri sonlandırdığım ve birilerine yanlış bir şeyler söylediğim tarihler. Bunları da unutamıyorum bir türlü, hatırladığım tarihlerin hepsi, (doğum günü olanlarını saymazsak) hep beni üzen ve kendi kendime kızgınlık duymama neden olan tarihler oluyor. Ne zaman beni gerçekten mutlu edecek bir tarih hatırlayabileceğim diye hep düşünüyorum.

İnsanları;

Bazıları vardır insanları çabuk unutur gerçekten. Bu hem gerçek anlamda hem de mecazi anlam da böyledir maalesef. Mesela birisi bir başkasından fayda görememeye başlarsa karşısındaki insanı bir çırpıda silebilir. Hayat bazıları için insanların ona sağladığı faydalar üzerine kuruludur. İş hayatında, dost dediğin insanlar arasında, sevgili dediğin insanlar da, hatta bazen ailende bile bu davranışlara sahip olan insanları görebilirsin. Bense unutamıyorum kimseyi, birisine yakınlık gösterirken ondan bir fayda beklemek en son aklıma gelen şey. Belki de başkasından fayda görme üzerine bir hayat yaşamadığımdandır insanları unutamamamın sebebi. Tabi ki insanların hayatında özel insanlar vardır. Bunları unutamamak demek illaki bir hastalığın belirtisi anlamına gelmez. Onunla yaşadığın dakikalar anı anına gözlerinin önünde canlanır o her aklına gelişinde. İşte benim sorunum burada başlıyor, bu özel insanın her an aklımda olması. Benim için hayatımın dönüm noktası olarak gördüğüm bir zamanda böyle bir şey ile karşılaşmak daha da kötü. Kendimi işime verememek, yaptığım bir sürü plana, programa uyamamak, her an belki onu bir yerler de görürüm diye düşünmek, çalan her telefona acaba o mu diye bakmak, onsuz geçen günlere lanet okuyup, onsuz geçecek bir gün daha yaşamamak için sabah olmasını istememek. Kısacası onu her anında unutamamak. Zamanla geçer diyenlere heee haklısın deyip, ardından içinden has siktir ben beni tanımıyom mu sanki demek. En kötüsü kendime unuttun olum işte bak geçti deyip, ardından duyduğum içli bir şarkıda onu hatırlamak. Daha kötüsü onu unutmayı; istemeye istemeye de olsa içkilerde, sarhoşluk veren maddelerde aramak. Onu unutmak için hep birileriyle konuşmak, gereksiz yere geyik yapıp boş boş gülmek. Birisi bana bir şeyler sorsun da kafam onu düşünmek yerine başka şeylerle meşgul olsun diye istemek. Belki de en kötüsü ve belki de bana göre hastalığın başladığı yer, onu unutmayı gerçekten istememe rağmen, unutamamak.


Sevdiklerimi, sevmediklerimi;

İnsan sevdiğini unutur da, sevmediğini biraz zor unutur. Bense ikisini de asla unutmam. Bir kere benim birisini sevmediğim çok ender görülmüştür. Bütün insanlara aynı samimi duygularla yaklaşmaya çalışmışımdır çünkü. Eğer birisini sevmediysem o kişi gerçekten sevilmeyi hak etmiyordur ve ben o insanı asla unutmam. Sevdiklerimse gözümde bir gülümseme olmuştur hep. Ne zaman sevdiğim birini görsem hemen gülümserim, gülerim. Bana hep ne çok gülüyosun olum sen derler. Galiba çevremde hep kendisine sevgi duyduğum insanlar var. Hep gülmemin sebebi de bu olsa gerek. Yalnız gülmediğim bir an var, o da yalnız kaldığım zamanlar. Yalnız kaldığımda gülemiyorum bir türlü, galiba kendimi sevmiyorum. Öyle ya madem sevdiklerimi gördüğümde gülüyorum ve yalnız başıma olduğumda gülemiyorum bu kendimi sevmediğim anlamına gelmez mi? Akşamları beni eve kadar bırakan o köpek yanıma geldiğinde de gülüyorum. Çünkü ben o köpeği de seviyorum. Ve galiba kendime köpek kadar değer vermiyorum…

Gel..me..


Sevgili,

Şemsin uzaktan
Doğacaksa
Yüreğim yine
Karanlıkta kalacaksa
Gel..me..

Kurak ve çatlak
Yüreğim
Yağmurunla
Doymayacaksa
Gel..me..

Kelimelerin
En serin rüzgarlar
Gibi yüzümü
Okşamayacaksa
Gel..me..

Hislerin
Ayın etkisinde
Kalmış denizler gibi
Bir inecek
Bir kabaracaksa
Gel..me..

Ve sevgili,

Seni sensiz yaşamak nedir
Ben rumi'den... öğrendim
Eğer
Öğretilerimi bozacaksa

Gel..me..

Ahmet KİK/2009

Şems : Güneş
Sevgili : ?

Kalbim sen diye atıyor...

Ben Senim



Kır çiçeği;

Bu dünyada,
Seni büyütecek şems benim.
Fırtınalardan koruyacak çınar benim
Sessizliği dinletecek rüzgar benim.
Yeşil tutacak yağmur benim.
Huzur veren kuş sesi benim.
Neslini çoğaltacak arı benim.
Hakka ulaştıracak sufi benim.

Ama
Sevgili en önemlisi,
Nefsininin terazisi şaşmasın diye
Her daim Ben Senim.

ENDLESS LOVE

Şems : Güneş
Kır Çiçeği : ?



Sevgili!!

Gün olur “Aşk” için gereklidir ağlamak.
Sakin nehirken ansızın güldür güldür çağlamak..
Alev alev yanar iken yüreği susarak dağlamak.
Çaresiz kalıp, Çare için hakka karşı el bağlamak.

Ama üzülme,
Bu takdir-i ilahidir.
Amaç nefsin arınmasını sağlamak..

Ahmet KİK


Nasıl mıyım?

Bunu soran kim? Soranların hepsi bilmiyor tabi halimi, bir kişi bildiğini zannediyor sadece. Oysa bu sorunun cevabını tek bilen kalbim. Dikkat edin bakın beynim demiyorum, kalbim. Çünkü beyin işlevini yitiriyor içinde bulunduğum ruh hali içerisinde. Kalp beynin işlevini durduruyor ve nasıl olurda yaparım diyebileceğim şeyleri bile yaptırabiliyor. Burada nasıl olduğum, ne olduğum vb. şeyler yazıyor ama bunları görmek için biraz kafanızı kullanmanız gerekecek. Bakalım kim kral çıplak diyebilecek. Kral çıplak diyen anlamıştır beni.


Öncelikle kimim?

Bazen hasan bazen volkan'ım. Bazen ikisi bir aradayım. Hasan fırlama olanı, volkan mantıklı olan ama ben Hasan'ı seviyorum. Sıcak bir temmuz gününde annemin büyük çabalarına rağmen gelmişim dünyaya. Yaşım 28, fakat beyin yaşım 8, kalbimse hala 16 sında. Çocuk gibi inanıyorum her şeye hala, sorgulamayı beceremiyorum, sevmiyorum da zaten ve içimde yaşattığım sevgiler ilk aşkını yaşayan bir gencin duyguları gibi saf, samimi, temiz, karşılıksız ve beynin önüne geçecek türden oluyor her zaman.

Sıcakta doğmama rağmen soğuğu severim nedense. Soğuk beni kendime getirir, sararmış yaprakları dallardan düşerken izlemek zevk verir bana. Sonra o kuru yaprağın üstüne usulca basıp çıkardığı o sesi dinlemek güzeldir. Belki de bir daha kesinlikle yeşeremeyeceğini bildiğimden büyük bir zevkle basarım o kuru yaprakların üstüne. Çünkü çiçekleri çok severim ben, gülü çok severim mesela sonra fesleğeni ve son zamanlarda da özellikle kaktüsü. Çünkü bu üç çiçek de tepki verir bana göre insana. Güle karşı kibar olmalısın eğer kabalaşırsan karşılığını verir canını yakar dikenini batırıverir. Fesleğene elini değdiğinde koku verir. Bunu belki dokunmana sevindiği için yada sevinmediği için bir tepki olarak yapar. Son olarak da kaktüs. Zararsızdır, garibandır belki de, kendimi nedense kaktüslere benzetirim. Hiçbir şey istemez ama hep verir. Ne verir biliyor musunuz? Kaktüs içinde bulunduğunuz ortamın radyasyonunu çeker. Bunun sonucunda ölecektir, kuruyacaktır ama yine de yapar bu işlevini. Zavallı kaktüs kimler için feda ediyorsun kendini öyle.

Sonra geceyi severim ben, güneşle pek aram yoktur. Gecenin karanlığında Ay'ı izlemek, yıldızlara bakmak ve bir tanesi kaysında dilek tutayım diye beklemek güzel şeydir bana göre. Hep hayırlısını dilerim Allah'tan. Dileklerim hep hayırsızca olacak ki hiçbiri gerçekleşmedi şu ana kadar. Bunda da vardır bir hayır deyip bekliyorum ama sanırım burada bir gariplik var. Acaba hayırlar mı karıştı, acaba hayırlısını ver derken evetin karşıtı olan "hayır" anlamında mı bir hayır zannedildi bilemiyorum ama eğer öyleyse lütfen Allah'ım iyilik güzellik anlamında olan hayırdan istiyorum ben. O çelişkiyi düzeltmek istedim.

Sonra bana sorarsanız iyi bir insanım işte, zararsızım, biraz salağım, yalnızlığı nedense severim, kimseyi üzmek istemem, kolay kolay kızmam, küstümü barışmam ama, hep gülerim, yanlış anlarım sonra üzülürüm, hep beklerim, ya gelirse derim, acı çekmeyi severim sanki, içki içerim sonra ağlarım, bırakmak isterim, bırakırım sonra kötü bi olay yaşasam yine başlarım, herkesin düşüncesini önemserim ama kendi bildiğimi yaparım, dinlemeyi severim sonra, konuşmayı daha çok severim ama, şiir yazarım sonra kalbim titrediyse sevdiysem eğer ve bir ilham perim varsa.
Kendimi diğer insanlardan farklı görürüm her nedense. Halbuki öyle değildir; aynı bokun lacivertiyimdir bende işte. Bu kadar yazmama bile gerek yoktu aslında, cevap bu. Kimim ben? Kim olacaksın salak; "aynı bokun lacivertisin işte"


Peki Nasılım?

Ara sıra futbol oynayan ve seven biri olarak; bacak arasından gol yemiş kaleci gibiyim, sağından atıp solundan geçilmiş sağ açık gibiyim, ofsaytı bozan defans oyuncusu gibiyim, penaltı kaçıran golcü gibiyim, dünya kupasına gidemeyen fatih terim gibiyim, gs'ye yenilmiş fb taraftarı gibiyim.

Ehliyetimi dokuz senedir emniyetten almamış olsam da, hatalı sollama yapan sürücü gibiyim, kırmızı ışıkta geçmiş gibiyim, üzerine su sıçratılmış yaya gibiyim, trafikte burnunu karıştırırken yakalanan şoför gibiyim, kaza yapıp 3 takla atmış sağ kurtulup psikolojisi bozulan kazazede gibiyim. Frene basması gerekirken gaza basmış biri gibiyim.

Hayatında hep sınavlarla, kurslarla uğraşan biri olarak; sınavdan kalmış gibiyim, kopya çekerken yakalanmış gibiyim, tüm sınıfın önünde hocadan dayak yemiş gibiyim, eve haber vermeden okulu asmış gibiyim, ilk defa bıyıklarımı kesip çok utandığım o okul günündeki gibiyim, servisi kaçırıp parası olmadığından yayan gitmek zorunda olan öğrenci gibiyim, tuvalette 10 kişi bir sigarayı içerken yakalanmış gibiyim, heyecandan bildiğin soruyu yapamamış gibiyim, tek yanlışı bütün doğrularını götürmüş biri gibiyim.

Askerliğini yapmış biri olarak, askerliğin o ilk kötü günlerindeki gibiyim, içtimalarda çök kalk yapar gibiyim, gece gıcıklığına kaldırılmış acemi bir er gibiyim, sisli bir gecede ceza nöbeti tutar gibiyim, geceleyin nöbette tek başına korkudan boşluğa dur kimdir o der gibiyim, benim yüzümden tüm tabura ceza verilmiş gibiyim, çarşı izni iptal edilmiş gibiyim, çarşıdan alkollü dönünce alkollü olduğu anlaşılmış gibiyim, İstanbul’da gibiyim, sevdiğinden haber bekleyen bir asker gibiyim, hasretlik çeker gibiyim, askerdeyken sevdiği tarafından terkedilmiş biri gibiyim, gece 2-4 nöbetinde yıldızlara bakıp hayal eder gibiyim, acaba dönünce beni sever mi diyen biri gibiyim.

Bir muhasebeci olarak; hiç kapanmayan cari açık gibiyim, defterleri incelemeye alınmış biri gibiyim, hesapları tutturmak için bir kuruşu bile arayanlar gibiyim, yevmiye defter sayısı yetmemiş biri gibiyim, bilgisayarı çalınmış, programı çökmüş biri gibiyim, kasası ters bakiye veren biri gibiyim, bilançosu tutmayan biri gibiyim, yüksek miktarda ceza yemiş biri gibiyim.

Her zaman umutsuz olan bir aşık olarak, reddedilmiş istenmeyen biri gibiyim, onca kalabalığın ortasında yalnız gibiyim, hep iyi olan ama artık iyi olmak istemeyen biri gibiyim, artık sadece arkadaş olarak sevilmek istemeyen biri gibiyim, sevdiğine yazdığı şiirleri sevdiğinin anlamadığı biri gibiyim, ya fikrini değiştirirse diye bekleyen biri gibiyim, hep sevmiş ama hiç sevilmemiş biri gibiyim, sevdiğinin üzülmesini istemeyen biri gibiyim, kendi üzüntüsünü belli etmemek için rol yapan biri gibiyim, ağlamaktan ciğerleri çıkmış biri gibiyim, yüreği cayır cayır yanan biri gibiyim, onca hengamenin arasında bile aklından sevdiği çıkmayan biri gibiyim, sevdiği ile vedalaşan biri gibiyim, birisi onu sevmeyince olmayınca eski haline dönmek için çabalayan biri gibiyim, kendisine acı çektirmeyi seven biri gibiyim, yaptığının yanlış olduğunu anlayınca pişman olmuş biri gibiyim, karşısındaki tarafından yanlış anlaşılmış biri gibiyim, düzeltmek için çaba sarf etmek isteyen biri gibiyim, düzelmezse aşk acısından daha çok acı çekecek biri gibiyim. Hiç olmazsa eski haline dönsün diye dua eden biri gibiyim.

Galiba bende tüm insanlar gibiyim...

Unfortunatly, I am not be different...


Bir derviş vardır Şems derler adına, Şems-i Tebrizi. Gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin kırk kuralı diye kurallar bellemiştir kendine;

1-Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şevkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2-Hak Yolu'nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!

3-Kuran dört seviyede okunabilir. ilk seviye zahiri manadır. Sonraki batını mana. Üçüncü batınınin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4-Kainattaki her zerrede Allah'ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide,mescitte, klisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah'ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O'nu görüp ölen de yoktur. Kim O'nu bulursa, sonsuza dek O'nda kalır.

5-Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Aklı temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. "Aman sakın kendini" diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: "Bırdak kendini, ko gitsin!" Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise, kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6-Şu dünyadaki çatışma, husumet ve önyargıların çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7-Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat'i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8-Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu an görmesen de, dar geçitler altında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9-Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden doluncaya varması için zaman gerekir.

10-Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içinde dolaşan kişi, sonunda arzı dolaşır.

11-Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir "sen" zuhur edeilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

12-Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13-Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14-Hakk'ın karşına çıkardığı değşimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle birlikte aksın. "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üsünden daha iyi olmayacağını?

15-Allah içte ve dışta hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

16-Kusursuzdur ya Allah, O'nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki bir kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan'dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

17-Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkanmakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18-Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan sonunda müfakat olarak Yaradan'ı tanır.

19-Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20-Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinde gelir.

21-Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hak'ın mukaddes nizamnına saygısızlık etmektir.

22-Hakiki Allah Aşığı meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

23-Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde...

24-Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta haraket etmelidir. insan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25-Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. ikisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26-Kainat yekvucut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kaderi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

27-Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.

28-Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebilirz. Sufi daima şu an'ın hakikatini yaşar.

29-Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ana tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne hayat karşısında çaresizsin.

30-Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez, kusur örter.

31-Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32-Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı'ya saf bir aşkla bağlabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! inancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

33-Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HiÇ ol. Menzilin yokluk olsun. insanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

34-Hakk'a teslimiyet ne zayıflk ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesine bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35-Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. insan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36-Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O'nun bilgisi dışında yaprak bile kımıldamaz. Sen sadece buna inan!

37-Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

38-"Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?" diye sormak için hiç bir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an, her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39-Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır.Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde... Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her Sufi için bir Sufi daha doğar.

40-Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye mi sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK'ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.

Ömür Dediğin


Farkında olmalı insan…

Kendisinin, hayatın, olayların, gidişatın farkında olmalı. Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen… Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.

Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebekken ‘Dünya benim!’ dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların ‘her şeyi bırakıp gidiyorum işte!’ dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.

Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.

Baskın yeteneğini fark etmeli sonra. Azraillin her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.

Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.

Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.

Evinde kedi, köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

Sevdiğine ’seni çok seviyorum!’ demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.

Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldür…

O halde ömür dediğin bir gündür, o da BUGÜN'dür...

Can YÜCEL


"Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş.
Cesaretini toplayıp penceresine konmuş.
Önce olabildiğince dik durmuş,
Sonra gagasıyla cama vurmuş.
'-Tık... tık tık...'
Çok meşgulmüş adam... öfkeyle cama dönüp bakmış:
'-Kimmiş onu işinden alıkoyan?'
Kırlangıcın minik kalbinde amansız bir heyecan
Kırık sözcükler dökülmüş gagasından...
'-Hey adam, seni nicedir izliyorum.
Sorma nedenini, niçinini,
Ama galiba seni seviyorum'.

* * *

Şaşırmış adam,
'-Sen de nerden çıktın şimdi,
Tam aklımı toplayacakken bozdun işimi...'
Şöyle bir tüylerini kabartmış kırlangıç,
ve aklındaki planı çıtlatmış:
'-Aç pencereyi beni içeri al sen,
birlikte yaşayalım ebediyen...
hem sofrada ortağın olurum,
hem evde eğlencen'.
Parlamış adam:
'-Şuna da bakın neler diyor bu...
Haddini bil, hiç kuş insana aşık olur mu?'
'-Soğuklar başladı bak, üşüyorum dışarda.
Alırsan içeri, deva olurum yanlızlığına da...'
Hepten kızmış adam, kovmuş kırlangıcı camın önünden
'-Yürü git işine, yalnızlığımdan memnunum ben"
Bükmüş gagasını zavallı kırlangıç,
Uçmuş semaya doğru, kanadı kırık...


* * *

Gel zaman git zaman,
kırlangıçın hemen ardından,
bizim adamı pişmanlık basmış:
'-Hay aptal kafam, ben ne halt ettim,
ayağıma gelen fırsatı teptim'.
Sonra teselli etmiş yalnız kalbini:
'-Sıcaklar başlayınca gelir kırlangıcım.
Onu içeri alır yalnızlığımı paylaşırım".
Kış geçip de yaz gelince, yalnız adam başlamış beklemeye...
Ama sevdalısı uğramamış bile bir kere...
Akın akın gelen sürülere sormuş,
Onun kırlangıcından eser yokmuş.
Öyle üzülmüş ki, gidip bilge kişiye danışmış.
Hem kırlangıcı, hem kendi eşekliğini anlatmış
Bilge kişi almış adamın mesajını,
Lakin üzüntüyle sallamış başını:
"A benim yalnız oğlum. Ne kadar efkarlansan azdır.
Çünkü kırlangıçların ömrü 6 aydır".

* * *

Aşkın Tarifi


Evinin seni içine sigdiramayacak kadar dar oldugunu fark edeceksin...
Sokaga fırlayacaksin...
Sokaklar da dar gelecek...
Tipki vücudunun yüregine dar geldigi gibi...
Ne denizin mavisi açacak içini, ne piril piril gökyüzü...
Kendini tasiyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin...
Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
"Önemli olan saglik."
"Yaşamak güzel."
"Boş ver, her şey unutulur."
Sen hiçbirini duymayacaksin...
Göz yaşlarindan etrafi göremez hale geleceksin...
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarinda ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"Ölüme çare bulundu" ya da "Yarin kiyamet kopacakmis" deseler basini kaldirip Ne dedin?" diye sormayacaksin...
Yalniz kalmak isteyeceksin...
Hem de kalabaliklarin arasinda kaybolmak...
Ikisi de yetmeyecek...
Geçmişi düşüneceksin...
Neredeyse dakika dakika...
Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtigin yerlerden geçmek isteyeceksin...
Gittigin yerlere gitmek...
Bu sana hiç iyi gelmeyecek...
Ama bile bile yapacaksin...
Biri sana içindeki aciyi söküp atabilecegini söylese, kaçacaksin...
Aslinda kurtulmak istedigin halde, o aciyi yasamak için direneceksin...
Hayatinin geri kalanini onu düsünerek geçirmek isteyeceksin....
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
Herkesi ona benzetip...
Kimseyi onun yerine koyamayacaksin...
Hiçbir şey oyalamayacak seni...
Ilaçlara siginacaksin...
Birkaç saat kafani bulandiran ama asla onu unutturmayan.
Sadece bir müddet buzlu camin arkasindan seyrettiren...
Bütün sarkilar sizin için yazilmis gibi gelecek...
Bogazin dügümlenecek, dinleyemeyeceksin...
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
Sabahi iple çekeceksin...
Bazen de "Hiç günes dogmasa" diyeceksin...
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çikana sarilmak isteyeceksin
...
Nafile...
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasini istedigin...
Her siçrayarak uyandiginda onun adini söyledigini fark edeceksin...
Telefonun çalmasini bekleyeceksin...
Aramayacagini bile bile...
Her çaldiginda yüregin agzina gelecek...
Aglamakli konuşacaksin arayanlarla...
Yüregin burkulacak...
Canin yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yanip tutuşacaksin...
Defalarca aradigi günlerin kiymetini bilmedigin için kendinden nefret deceksin...
Yasadigin şehri terk etmek isteyeceksin...
Onunla hiçbir aninin olmadigi bir yerlere gidip yerleşmek...
Ama bir umut...
Onunla bir gün bir yerde karsilasma umudu...
Bu umut seni gitmekten alikoyacak...
Gel gitler içinde yasayacaksin...
Buna yasamak denirse...

****
Razi misin bütün bunlara...?
Hazir misin sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
O halde asik olabilirsin


Can DÜNDAR

O Akşam



Işıklı tellerine takıldı ayaklarım..
Karşımda alev alev duran kirpiklerinin..
Kapattın yüreğimi karanlık evlerine
Bana kim olduğumu soran kirpiklerinin..

O akşam yakamozlar gibiydi bakışların..
Akdeniz gözlerinin damlasıydı o akşam..
Sağnak sağnak boşaldın çorak topraklarıma
Tebessümün göklerin cilasıydı o akşam..

Bir anda kelepçeli buldum ellerimi
Varlığın gurbetimin sılasıydı o akşam
Dağları birer birer devirip sana gelmek
Gönlümün en ateşli duasıydı o akşam..

Sakıncalı saatler yaşadım yollarında..
Yüzün sanki sonsuzluk şuasıydı o akşam..
Aldandım bulutlara uzanan ellerine
Bu sevda ömrümün son sevdasıydı o akşam..

Gülleri, sümbülleri kıskandıran endamın
Merhametsiz derdimin devasıydı o akşam..
Oysa anlayamadım ızdırap olduğununu
İçimde bir heyula, bir serap olduğunu

Her lahza çöktüğünü ve harap olduğunu..
Bilemedim ne deniz ne mehtap olduğunu..
Meğer kalbin kalbimin belasıydı o akşam....

Nurullah GENÇ


Oysa herkes öldürür sevdiğini,
Kulak verin bu dediklerime...
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle...

Korkaklar öpücük ile öldürür.
Yürekliler kılıç darbeleriyle...
Kimi gençken öldürür sevdiğini,
Kimi yaşlıyken...

Şehvetli ellerle boğar kimi,
Kimi altından ellerle...
Merhametli kişi bıçak kullanır.
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi yeterince sevmez, kimi fazla sever.
Kimi satar, kimi de satın alır.
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan...
Çünkü herkes öldürür sevdiğini,
Ama herkes öldürdü diye, ÖLMEZ..!


Oscar Wilde
Çeviren : Özdemir ASAF

Eğer


O'nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...

Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor yada muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...

Hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O'ysa...

Her filmin kahramanı O... her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

Eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...

Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız; kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...

Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

...o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can DÜNDAR


Kişi daha çok güvence aradıkça yaşamı üzerindeki denetimi o kadar kaybeder. Bugün iki dünya gelişmekte. Birine sorumlu toplum adını verelim. Kendi yaşamlarından ve yaşamlarının onlara sunduğu çıktıdan sorumlu olmaları gerektiğine inananların yer aldığı gruptur bu. Öteki dünya da kurban toplum. Bir başkasının, bir şirket yada bir devletin yaşamlarından sorumlu olduğuna inananların bulunduğu grup. Herhangi bir grupta, bir ailede ya da şirkette her iki topluma dahil olanlar yer alabilir. Bu iki toplum dünyayı kendi söylemleri ya da kendi gerçeklikleri açısından görür ve kendilerinin haklı olduklarını düşünürler. İki toplumu bölen etkenlerden biri de riske karşı denetimle ilgili fikirlerin özünde yatmaktadır. Kurbanlar risk almamak adına yaşamlarının denetimini başkasına vermeye yatkındırlar. Sonra da ipleri eline verdikleri kişi bunu kötüye kullanırsa öfkeye kapılırlar. Diğer bir deyişle kurbanlar aslında kendilerinin kurbanıdırlar.

Peki siz hangi gruptasınız?


Robert T. Kiyosaki
Genç Emekli Zengin Emekli
Sayfa 179


Aşk başlamadan güzel,
Kalplerde heyecan
Bakışlarda korku olduğu zaman güzel...
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,
Başkaları görmesin diye çabalayış,
Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman...
Aşk başlamadan güzel....

Ümit Yaşar OĞUZCAN




Onun kalbinde gökkuşağının tüm renklerini bulursun. Şaşırtır seni her an. Zordur belki anlamak, anı anına ona ayak uydurmak ama bazen çaba sarf etmek gerek anlayabilmek için. O olmak lazım belki de…

Zeki’dir kadın, cesurdur. Karşısında yürekli insan ister, sevgisini göstermekten korkmayan, yürüdüğü yolda ki şartlara uyum sağlayan, yanında kalan ve en azından çaba göstereni görmek ister. Ufaktır kadının mutlulukları. Sarf edilen çabayı görmek bile mutlu etmeye yeter onu.

Bazen sessizlikte ki bir solu, bazen sıcak bir bakış, bir dokunuştur aslında onu yeşerten, büyüten. Bazen tüm şimşekleri beraberinde getirse de, ardından sevginin tüm renkleriyle sarar seni sıcacık. Yüreği ile konuşur, gözleriyle gülerken içini ısıtır, etrafa neşe saçar.

İşte dünyanın en büyük harikasıdır kadın. Tanıyabilene, anlayabilene, anlamlandırabilene…

Sevgidir ilk adım. Sevmekle başlar her şey ama tanıdın mı onu anlarsın aşkın tadını. Sevgi ister kadın, sevilmek, okşanmak ister. Sevgi değil midir bir çiçeği bile büyütüp, olgunlaştıran, güzelleştiren. Bazen şımarır, bencil olur sevgi adına. Bunu anlayanlar ise bilir bu şımarıklığın anlamını, kendilerine dağ gibi bir sevgi olarak döneceğini.

Tanırsan eğer onu tüm güzellikler senindir, hayatın tüm özgürlüklere yelken açarsın artık. Kadın hisseder kendini seveni, anlar onu. Kuvvetlidir hisleri, gözlerindeki engin bakışları. Emin olduğunda ise onun yoluna hiçbir engel yoktur artık. Yorulsa da, onu yolundan kimse alı koyamaz. Aşkı serüven olur onun için. O alışıktır aslında serüvenlere, doğası budur ama aldığı karşılıklar şekillendirir onun serüveninin heyecanını, gizemini. Yaşamadığın serüvenlere çıkarır seni.

Zaman olur dalga geçer tüm yaşamla. Zaman olur kendisiyle bile dalga geçer. Özünde vardır onun neşe, mutluluk. Bazen ufak bir gülüşe, sıcacık bir bakışa teslim olur. Hüznünü, gözyaşını bile bilir neşeye çevirip, onu içinde yaşamayı. Yeter ki o anında ona destek olacağını, onu saracağını bilsin. Dedim ya, gökkuşağının tüm renkleridir kadın. Bazen;

Tanık olursun tutkuların gücüne,

Tanık olursun karşılıksız sevgiye,

Tanık olursun ansızın çekip gitmelere,

Tanık olursun kızsa da, bağırsa da hep sevdiğine, yüreğindeki sevginin sonsuzluğuna,

Tanık olursun küçücük bir çocuğun saflığına, muhtaçlığına,

Tanık olursun tüm dünyanın tüm güzelliklerine, gecesine gündüzüne.

Sevgidir ilk adım işte. Sevmekle başlar her şey. Ama onu gerçekten tanıdığında ise yaşayacaklarını sen bile bilemezsin. Hayatın sürprizlerden oluştuğuna işte o zaman şahid olursun…




Kuşgucular ve aptallar gerçeklik ve olabilirliğin zıt ikizleridir. Aptallar uzak düşlere inanırlar, kuşkucular da kendi gerçeklikleri dışında her şeyi inkâr ederler. Kuşkucu birinin gerçekliği yeni olan hiçbir şeye açık değildir, aptalın gerçekliğiyse aptalca fikirleri dışlama becerisinden uzaktır. Bolluk ve refah içinde yaşamak istiyorsanız, açık görüşlü, esnek bir gerçekliğinizin yanı sıra yeni fikirleri gerçek ve kârlı serüvenlere dönüştürme beceriniz olmalı.

Neden olmasın?


Robert T. Kiyosaki
Genç Emekli Zengin Emekli
Sayfa 134

Ninni



Merak etme, gecenin karanlığı gözlerinin güzelliğini gölgeleyemez,

Uyu derim;

Uyu ki, sabaha gözlerinin güzelliği güneşi kıskandırmaya devam etsin.

Uyu ki, gözlerinin fer-i karanlıkta aydınlığım, soğukta içimi ısıtan sıcağım olsun.


hvc - 261009- 01:00

1- Staj süresinin 3 yıla çıkarılmasının amacı nedir?

2- SM'lerin SMMM yapılmasının amacı nedir?

Staj süresinin 3 yıla çıkmasının amacı kurum yetkililerine göre kaliteyi artırmaktı. Bizlerin bir çoğuna göre ise doyum noktasına ulaşan meslektaş sayısının önüne geçilmesi ve pastadaki payın bölünmemesi idi.

SM'lerin SMMM yapılmasının amacı kurum yetkililerine göre AB müktesabatına uyumu sağlamaktı. Bizlerin bu konudaki fikirleri çeşitlilik arz ediyor.

Peki bizler ne yapalım? Tamam bunu bir milat olarak görelim ve herşeyin daha güzel olacağını düşünerek işlerimize devam edelim. Fakat bir milat varsa bundan sonraki gelişmelerin daha güzel olması gerekmez mi?

Acaba değerli yönetici büyüklerimiz hep konuşulan sadece muhasebe üzerine eğitim veren bir "muhasebe fakültesi" açılması için her hangi bir çalışma içindeler mi? Nalan AKDOĞAN hoca böyle bir üniversitenin şart olduğunu ve Türmob'un da böyle bir üniversite kurulması için alttan alttan çalışmalar yaptığını söylemişti. Acaba Türmob çok mu altta kaldı, çünkü hala bir ses yok.

Tamam muhasebe fakültesi olayını geçelim, yapılması zor ve zaman alacağı aşikar. Peki 3 yıl boyunca staj yaptırılan meslek mensubu adaylarının durumları ne alemde? Bu stajyerler kimlerin yanında ve nasıl staj yapıyorlar? Mesleğin kalitesini artıracak olan meslek mensubu adaylarının işverenleri olan hali hazırdaki meslek mensuplarının kalitesi, mesleğin geleceği olarak görünen gençleri eğitmek için yeterli mi? Elbette profesyonel olarak çalışan ve yanındaki elemanında iyi yetişmesini sağlayanlar var. Fakat lütfen hali hazırdaki meslek mensuplarının durumlarını düşünerek bu soruma cevap verin.

Peki eğitimden sorumlu olan TESMER'in durumu nasıl? Bir çoğumuza göre sadece para tuzağı olarak görünen 6 adet CD göndererek ve adayların bunlara çalışarak eğitim alabileceğini sanmak normal mi? Eğer normal görüyorlar ve başka birşey yapmıyorlar ise (ki normal görüyorlar ve hiçbir şey yapmıyorlar) staj sürecinin, staj süresi boyunca cd'ler ile verilen eğitimin ve sonrasındaki yeterlilik sınavının sadece birer angarya olduğu iyice gözler önüne serilmiş olmuyor mu?

Elimizden bir şey gelmediği için ve herşeyin daha güzel olacağını düşünerek bu iki uygulamayı da milat kabul ettik. Hiç değilse bundan sonra mesleğe gerçekten saygınlık katacak çalışmalar yapılsın. Benim uzun süredir mesleğin değerini artıracağını düşündüğüm bazı fikirlerim var.

1-) Hali Hazırdaki Meslek Mensupları İçin Yapılabilecekler :

Hali hazırdaki meslek mensupları yılın belli dönemlerinde zorunlu eğitime tabi tutulsun. Eğitim deyince bazıları alınganlık gösterebilir, biz buna en iyisi zorunlu kendini yenileme diyelim. Örneğin; her meslek mensubunun yıl boyunca tamamlaması gereken bir kredisi olsun. Atıyorum sosyal güvenlik konulu bir seminere katıldığında bu kredinin bir kısmını tamamlamış olsun. Bu ve bunun gibi seminer, panel ve eğitimlere katılarak bu kredilerin tamamlanması sağlansın. Krediyi tamamlayamanların, kredi tamamlama sınavlarına girmesi sağlansın.

Şimdi duyar gibiyim bunca işin arasında nasıl vakit bulacağız da gideceğiz diyenler oluyordur. Eğer zorunlu olursa merak etmeyin mutlaka zaman bulunur. Üstelik gerçekten mesleğin kalitesini ve hakettiği değeri görmesini isteyen her meslek mensubu bunu seve seve kabul edecektir.

2-) Meslek Mensubu Adayları İçin Yapılabilecekler :

Öncelikli hedef TÜRMOB'un bir üniversite kurması olmalıdır. Yukarıda da dediğim gibi bu zor ve zaman alacak bir çalışmadır. Bunun yerine artık TESMER şu Cd gönderme olayını bırakmalıdır ve yüz yüze eğitime geçmelidir. Nasıl ki şu anda SM'lere SMMM olabilmeleri için odalarda, 1 hafta teorik, 1 hafta pratik eğitim verilecekse; stajyerlere de bağlı oldukları odalarda staj süreleri boyunca belirli periyodlar ile bu eğitimlerin verilebilmesi sağlanmalıdır. Yanlız bu eğitimler verilirken zaten çok cüzi ücretler alan stajyerlerin, bir de bu eğitimlerle maddi yönden sıkıntı çekmemeleri sağlanmalıdır.

Stajyerlerin diğer sorunlarına da en az meslek mensuplarının sorunlarına gösterildiği kadar alaka gösterilmelidir. Aslında bu çıkan yönerge ile stajyerlerin bir sorununa kısmen de olsa çözüm bulunmuştur. Bir SM'nin yanında çalışan stajyer arkadaşımız, staja başlama sınavını kazandıktan sonra bundan böyle artık staj yapmak için bir SMMM aramayacak; çünkü kendi işvereni de SMMM olmuş olacak. Haliyle naylon stajın bir nebze de olsa önüne geçilmiş olacak.

Sonuç :

Stajın üç yıla çıkması ve SM'lerin SMMM olması uygulamaları bana göre yukarıdaki gibi ciddi uygulamalar yapılmadan ben çıkardım, uyguladım ve bitti mantığı ile yapılırsa; bizlerin bu tartışmaları asla son bulmaz ve diğer insanların gözündeki değerimiz de iyice azalır. Eğer gerçekten kalite arayan ve isteyen varsa; 1989 yılının kötü hatıralarını silmek, şimdiki uygulamaların makul olarak görünmesini sağlamak ve mesleğin değerini artırmak için çalışmalar yapmalıdır. Unutmayalım; çalışma yapacak TÜRMOB'dur. Çalışma yapmasını sağlayacaklar ise bizler ve bizlerin bu konuda göstereceği iradedir. Kendi kendimize konuşur, kendi kendimizi yersek ve susarsak hiçbir şeyin düzelmeyeceği aşikardır.

Saygılarımla,
SMMM Hasan Volkan ÇEVİK



Yavaş Yavaş Ölürler

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar

Pablo Neruda

Huzura Gidiyorum

Bu akşam buraya gidiyorum. Peki burası neresi? Alanya.

İş, güç, vs.vs.vs. hiçbir şey düşünmeden deniz kenarında uzanmak...

1- Şirket yada büro bir şekilde bu mesleği bir şekilde yapacağız. Mühim olan bu mesleği yaparken bazı değerlerimizi yitirmemek olmalı.

2- Mevcut yöneticilerin zihniyetinde olan insanların gelecekte bizi yönetmemeleri için çalışmalar yapmak ve gerçekten meslek için çalışacakların yönetici olmalarını sağlayacak çalışmalar yapmak.

3- Meslektaşların birlikte hareket edip tek bir vücut olabilmeleri için mesleki birliktelik bilincini yerleştirebilecek çalışmalar yapmak. Artık meslektaşlar kendi bindiği dalı kesmemeli aksine birleşip sorunlarını tıpkı başka meslek örgütleri gibi toplu bir şekilde hareket ederek çözmelidir.

4- Hep konuşulur; mesleğin geleceği stajyerlerin elinde. Stajyerlerin iyi yetişmesi demek mesleğin kalitesinin artması demekmiş. Peki stajyerler günümüzde geleceğin kalitesini artıracak insanlar olarak mı yoksa sistemin dişlileri arasına atılmış yolunacak kaz gibi mi görünüyorlar? Bu stajyerler kimlerin yanında ve hangi kurumun desteği ile nasıl yetişiyorlar? Bunlara çözüm bulmak.

5- Ankara'da yukarıda saydıklarımı gerçekleştirebilecek ve mevcut yöneticilerin sorunlara karşı duyarlılığını artırmak için yeni bir oluşum kurmayı hedefledik. Ama hemen yanlış anlaşılmasın bu hali hazırdakiler gibi içerisinde siyaset barındıran ve kendi menfaatlerini meslekten önde tutan bir oluşum olmayacak. Bu oluşumun amacı tamamen mesleki birliktelik bilincini artırmak ve mesleğin kalitesini artırmak üzerine olacak.

Eğer bu düşünce gerçeğe dönüşürse sadece Ankara'da kalmaz tüm ülkeye yayılır diye düşünüyorum. Çünkü ben inanıyorum ki meslek mensubu olabilmek için binbir zorluk çekmiş ve buna rağmen hakettiği yerlerde olmayan ve sadece kendini değil mesleğini de iyi yerlere getirmek isteyen insanların sayısı bir hayli fazla.

Ankara'da bazı arkadaşlarla bu konu üzerinde konuştuk. Konuştuğumuz arkadaşların sayısı fazla değildi ama onların söylemlerinden işimizin hiçde kolay olmadığını anladım. Konuşmalarımızdan arkadaşlarımızın şu yanlış düşünceleri taşıdıklarını gördüm;

a-) Mesleğimizin sorunları yokmuş gibi davranma
b-) İlgisizlik ve bu söylenenleri önemsememe
c-) Bunları biz mi yapacağız şeklindeki küçümseyici (en azından kendini) düşünce
d-) Var olan yönetimlere rakip olunacağı şeklindeki tamamen yanlış düşünce
e-) Para kazanalım yada biz yolumuzu çizelim öyle yapalım anlayışı

Mesleğimizin sorunlarını görmezden gelmek bizlerin şikayet etmemesini gerektirir, ilgisizlik ve önemsememe herkesin halinden memnun olduğunu ve yine şikayet edilmemesini gerektirir, bu sorunları bizlerin çözemeyeceğine inanmak kendine olan güvensizliği gösterir. Var olan yönetimlere rakip olmayacağız, sadece birlikte hareket ederek yanlışlıkları söyleyeceğiz ve yanlışların üzerine gitmelerini sağlayacağız. Onurlu bir yaşam sürmek için paraya ihtiyaç yoktur. Amaç sadece kendi refahını artırmak olmamalı, amaç mesleğini de iyi yerlere getirmek olmalıdır. Kaldı ki düşündüklerimizi yapmak için paraya falan da ihtiyaç yoktur. Lazım olan bazı şeyleri değiştirebileceğimize olan inanç ve bunun için bir arada olma iradesini gösterebilmektir.

Benimle aynı düşünceyi taşıyan arkadaşların olduğunu çok iyi biliyorum. Yapmamız gereken sadece bu insanları bir araya toplayabilmek. Bunu nasıl yapabiliriz, bunu tartışmalıyız. Şimdi buradan benimle aynı düşünceleri taşıyan ve (şimdilik) Ankara'da olan arkadaşlardan neler yapabilirizi, hangi yolları izlemeliyizi tartışmak için buluşmaya davet ediyorum.

Olumlu düşünce içinde olanlar bana buradan yada mail yolu ile ulaşırlarsa buluşacağımız günü ve yeri ayarlayabiliriz.

İnşallah bu düşüncelerimi buradan okuyan arkadaşlarda, Ankara'da ki buluştuğumuz arkadaşlarımızın yukarıda 5 madde şeklinde saydığım yanlış düşüncelerini (bana göre) taşımazlar.

Uzaylılar bir görev için dünyaya inecekler görevleri dünya insanları ile cinsel ilişkiye girerek sonuçlarını gözlemlemek. Uzaylılar Türkiye'nin tenha bir kasabasında bir çiftlik evine indirmişler gemilerini. Çiftlik evinin kapısını çalarak kapıyı açan adama amaçlarını anlatmaya başlamışlar. Adam biraz şaşkın biraz heyecanlanarak benim hanıma bi sorayım demiş. İçeri girerek karısına böyle böyle bişi var nedersin demiş.

Kadın:
- 'Tamam olur hem bi gecelik değişiklikten bir şey olmaz' diyerek kabul etmiş.

Uzaylılarla beraber biraz oturduktan sonra uzaylı erkekle dünyalı kadın ayrı bi odaya, uzaylı kadın ile dünyalı erkekle ayrı bi odaya geçmişler.

Uzaylı adam başlamış dünyalı kadını soymaya ve daha sonra kendi soyunmaya kadın uzaylı adamın penisini görünce çok şaşırmış ve gülmeye başlamış.

Uzaylı:
- Neden güldün?

- Çok küçük demiş.

Uzaylı:
- Sol kulağımı çek o büyür demiş.

Kadın çekmiş kulağı gerçektende büyümüs,

- Ama demiş kadın şimdide çok ince. Uzaylı gayet rahat

- Sağ kulağımı çek o kalınlaşır.

Kadın uzaylının kulağını çekince gerçektende kalınlaşmış ve sabaha kadar defalarca sevişmişler. Sabah olunca kahvaltıdan sonra uzaylıları gönderen karı koca konuşmaya başlamış. Adam kadına nasıl geçti diye sormuş.

Kadın :

- "Tek kelime ile mükemmeldi.Peki senin nasıl geçti kocacığım?"

Adam kendinden çok emin bi şekilde ;

-"Sen var ya sen,şu gül gibi kocanın kıymetini bilmiyorsun, bak elin uzaylısı zevkten kulaklarımı koparacaktı. "

Politika Nedir?

Çocuk babasına sorar: "Baba politika nedir?"

Baba söyle der: "Bak oğlum, ben eve para getiriyorum, öyleyse ben kapitalistim.

Annen parayı yönetir, öyleyse o hükümettir.

Deden paranın doğru idare edilip edilmediğine dikkat eder, öyleyse o
da sendikadır.

Hizmetçi kız ise isçi sınıfıdır.

Bizlerin ise tek hedefi vardır, senin rahatlığın. Dolayısıyla sen de halksın ve altında bezi ile yatan küçük kardeşin ise gelecektir.

Söyle bakalım anlayabildin mi?"

Çocuk düşünür ve o gece babasının anlattıklarını düşüneceğini söyler.

Gece yarisi cocuk uyanir. Çünkü kücük kardesi altını pisletmistir ve aglamaktadır.

Ne yapacağını bilemeyen çocuk anne ve babasının yatak odasına gider.

Annesi yalniz ve derin bir sekilde uyumaktadir, öyle ki onu uyandiramaz.

Hizmetçi kizin odasina gider. bakar ki babasi hizmetçi kizla yatmaktadir.

Dedesi de pencereden gizlice onlari izlemektedir.

Hepsi öyle mesguldürler ki çocugun orada oldugunu farketmezler bile.Çocuk hiçbir sey yapamadan yatagina geri döner.

Ertesi sabah baba çocuga kendince politikanın ne oldugunu anlatmasını
ister.

-"Evet" der çocuk, "kapitalizm" işçi sınıfını kötüye kullanıyor... Sendika bunu seyrediyor... Bu arada hükümet uyuyor... Halk ise dikkate alınmıyor... ve gelecek bokun içinde yatıyor!

İşte politika budur..!

İnternet sağlayıcı firma olan Ttnet Nisan/2009 döneminden itibaren kağıt fatura göndermeyecekmiş. Yakında bu uygulamaya telefon faturalarında (ev ve iş) da başlayabilirler.

Küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunlarının yoğun bir şekilde konuşulduğu günümüzde kağıt ortamında fatura göndermeyi sona erdirmek gayet güzel bir uygulama. Fakat bu uygulamanın sıklaştığını düşündüğümüzde, biz muhasebecilere yansıması nasıl olacaktır?

Bu kadar iş yoğunluğunun arasında bizler birde, bakalım X müşterimin faturası ne kadarmış diye kontrol etmek zorunda mı kalacağız. Hatta bu faturanın dökümünü müşterimizin yada kendi büromuzdaki yazıcılarımızdan döktürmek zorunda kalacakmıyız? Böyle olursa ağaçları düşündüğümüz için yapılan bu uygulama kendisiyle çelişmez mi?

Kısaca diyeceğim; e-fatura uygulamasına geçen firmalar gerçekten ağaçları mı düşünüyorlar yoksa kendi maliyetlerini azaltmayı mı? Açıkcası büroda gereksiz yere yazdırmak zorunda olduğum evrakları düşününce; bu uygulama bana firmaların kendi maliyetlerini azaltmak için yaptıklarını düşündürüyor.

Madem ki ağaçlarımızı çok düşünüyoruz, bunu devlet politikası olarak her alanda uygulamalıyız diye düşünüyorum.

Not: Talep edilmesi halinde kağıt ortamında fatura gönderimine devam edilecekmiş.

ankara

Derbiyi izle ey millet,
Bok-s/a bak sen
Futbolu izleyip de olma illet...

Bir tarafta "amansızlar", öbür tarafta da "amaaan-sızlar"

Fatih TERİM'in amansızları o kadar amansızlar ki ana, bacı, avrat, kardeşlik vs. hiçbir şey tanımıyorlar. Diğer tarafta milyon dolarlık sözde profesyonel topçular olayları "amaaan koy bi yerine gitsin" edasıyla gırgır yaparak izliyorlar. Aslında bu biz TÜRK'lerin dünya üzerindeki halimizin futbol sahasına yansımış hali.

Bizler Türkiye'de suni gündemlerle birbirimize düşürülürken, yabancı devletler bizleri tıpkı R.Carlos ve Lincoln gibi gülerek ve aşağılayarak izliyorlar. Bizlerle taşşak geçiyorlar...

Sonra çıkıp yetkililer veya yöneticiler üzerimize oynanan oyunlardan ve sözde sabotelerden bahsederek başlıyorlar tıraşa. Ee be yönetici sen adam olsan da bunlara müsaade etmesen, içinde bulunan fertlerin adam gibi olmasını sağlasan, olmayanları cezalandırsan kimse seni bi daha sabote edemese olmaz mı? En azından dışarıya böyle kozlar vermesen, beş para etmez şerefsizleri kendine güldürmesen.

Ama yok bunların bu kargaşalık hali hoşuna gidiyor, bu insanlar bunlardan besleniyor. Sonra başlıyorlar tıraşa. Büyük bir çoğunlukta maalesef bunların taraftarlığını büyük bir hırsla yapıyorlar. Demokrasinin olduğu bir ülkede, çoğunluk böyle diyorsa bize de pek fazla laf düşmez. Bu durumda anca şunu diyebiliriz;

Hayırlı tıraşlar abiler...